Çünkü her şeyin “kendimizle ilgili” olduğunu varsayarız.
M. RUIZ
İnsanlar bilmemekten korkar, bu nedenle de kendimizi güvende hissetmek için tüm sorularımıza cevaplar ararız. Cevap bulamadığımız nokta da kendimize yanıtlar uydururuz.
Ben ikili ilişkilerde açık olmayı seven bir yapıdayım. Bir şeyler, istemediğim gibi gittiğinde ki her ilişki de olduğu gibi gider, içime kapanıp, suskunlaşmam. Sesimi yükseltip bağırmam. Bazen sesimi yükseltmediğim için durumun benim açımdan çok da önemli olmadığı gibi bir algı oluştuğunun da farkındayım ama yine de sakinliğimi korumaya çalışırım. Benim düşündüklerimi, karşı tarafın zihnimi okurcasına tahmin etmesi riskini de almam. Aynı şekilde zihin okumaya da kalkmam. Cümlelerin alt metinlerine inmeye uğraşırım ama bunu tahminler yürüterek değil sorular sorarak yapmaya çalışırım.
Cevaplarım olmadığında ise hayal gücüm beni neredeyse uzun metraj senaryo yazmaya kadar zorlar. Dram, entrika, korku ne ararsan olur hayalimdeki senaryoda. O nedenle, ilişkimin en en başında, tek bir ricam olur.
Cevapları, hayal gücüme bırakma.
3. ANLAŞMA: Varsayımda Bulunma
Herkesin dünyayı bizim gördüğümüz gibi gördüğünü varsayarız. Onların bakış açılarını ve bizim dışımızda yaşadığı gerçekliği de görmezden geliriz. İşte bu noktada zihin boşlukları kapatmaya çalışır. Sorularına cevap almak ister ama bu soruları, ilgili kişilere yöneltmek yerine kendi zihnimizde evirir çevirir. Sonuç olarak da bu boşlukları kendi gerçeklerimizle, hayal gücümüzle, varsayım ve tahminlerimizle kapatırız. Algılar kapanır, görmek istediklerimizi görür, duymak istediklerimizi işitiriz. Varsayımlarımızı gerçekler sanırız. Tüm bunlara inanırız ve upuzun bir hikaye oluşur önümüzde.
- Bunu şu yüzden yaptı.
- Bunu yaptığına göre şöyle düşünüyor.
- Bu düşüncesinin altında demek ki şu yatıyor.
4 Anlaşma’nın bu bölümünü okumadan birkaç gün önce , çok sevdiğim ve benim için gerçekten değerli olan bir arkadaşım, özel bir gününe beni davet etmemişti. Ben tabii ki, sosyal medyadan, benim dışımda davetli olan birkaç kişiyi gördükten sonra kendi hikayemi yazmaya başladım. Neden çağırılmadığım hakkında olumlu, olumsuz bir çok tahminde bulundum. Ona sormak yerine başkalarına sordum. İçimi rahatlatmak için cevap bulmaya çalıştım ama cevapları yanlış yerlerde aradım.
- Ben onu böyle bir günde mutlaka yanımda görmek isterken o beni neden çağırmadı sence?
- Demek ki benim ona verdiğim değeri bana vermiyor.
- Benim de aynı durumda onu çağırmamam lazım o zaman dimi?
Kafamdaki çıkmazı görebiliyor musun? İlk başta ona sormama nedenim ise onu yalan söylemek zorunda bırakacağımı, bahane uydurmak zorunda kalıp zor duruma düşeceğini varsaymamdı. Ona soracağım ve alacağım tek bir yanıt ile senaryo bambaşka olabilirdi ama ben sormamayı seçtim. Onun yerine, hayal gücüme güvendim.
Ruiz’in üstüne basa basa söylediği gibi “İnsanların her şeyi açıklama ve doğrulama gibi bir ihtiyacı vardır; ihtiyaç duyarız ve bu bilme ihtiyacımızı tatmin etmek için varsayım yaparız.” Bilginin asılsız ya da gerçek olduğu ile de pek ilgilenmeyiz.
Varsaymayı, sade ve sadece doğru iletişim ve doğru sorular ile bırakabilirsin.
Eğer kendine ve karşındakine değer veriyorsan, kafanda senaryolar yazmayı bırak, gerçekler senin kafandakiler ile her zaman aynı değil.
Soru sormaktan korkma.
Eğer alacağın cevaptan korkuyorsan da kafanda cevaplar bulmaya çalışma.
Aldığın cevaplara da her zaman güvenme.
Ya korkunla yüzleş ya da cevap arama.
Karşı tarafın, senin ne istediğini, ne düşündüğünü bildiğini varsayma.
Kendini haklı çıkaracak tahminlerde bulunup algılarını gerçeklere kapama.
Unutma fikir zihnimizde sadece bir tohumdur. Fark yaratacak şey eyleme geçmektir. Bilgiyi hayata geçirmezsen tohum hiçbir zaman büyüyüp çiçek açamaz.