90 gün önce bir karar verdim.
90 gün boyunca, her gün 90 dakika yazacağım. Yazdıklarımı bloğumda paylaşmak ise sürdürmek açısından kendime koyduğum bir başka şarttı.
90 gün aralıksız yazdım. 90 gün aralıksız paylaştım.
Başlamak, sürdürmek ve bitirmek üzerine uzun uzun yazdım bu süreçte. Alışkanlıklar dedim, hedefler, öncelikler, ardında bıraktığın iz, irade, disiplin… Bazen kişisel örnekler, bazen minik anekdotlar ile destekledim yazdıklarımı. Bazen yazacaklarım su gibi akıp gitti. Bazense saatlerce araştırma yaptım.
Koltukta yazdım, masa başında yazdım, kahvemi yudumlarken dışarıda yazdım, şehirler arası yolculukta, sağ koltukta yazdım. Sabah uyanır uyanmaz yazdım, gece arkadaşlarımla geçirdiğim bol kahkahalı gecenin sonunda yazdım. Bazen sadece kendi fikirlerimi yazdım, bazen tek bir yazıda on farklı kaynak kullandım.
Kolay oldu mu, olmadı tabii ki.
Ne mi zor oldu?
Kesinlikle yazmak değil, 90 gün yazacak fikir bulmak zordu. Beni konfor alanımdan çıkaran da tam olarak buydu. Yazmak için nasıl okunur onu öğrendim. Felsefeye daldım, psikolojiden çıktım. Finans okudum, yabancı makaleler takip ettim. Twitter açtım, 280 karakterlik fikirlerden 3000 karakter yarattım. Üç ayda 30’un üstünde kitap okudum. 100’ün üstünde podcast dinledim.
Bazen 300 kelimelik bir yazı yazmak için 300 sayfa okudum. Bazen sadece kendi başıma yürüyüşe çıktım, düşüncelerimle baş başa kaldım. Tek bir cümle yakalamak için saatlerce video izledim, podcast dinledim. Başkalarının fikirlerini kendiminkiyle harmanladım.
Zor oldu mu?
Hayır olmadı. İnsan konfor alanından ilk çıktığında yüzme bilmeden açılıyormuş gibi hissediyor ama zamanla açık sularda da yüzmeyi öğreniyor. Kendini zorlamak, yapabildiğini görmek daha çok yapmasına vesile oluyor.
Yazmak benim için hep tutkuydu. İlk anneme yazdım. Onu ne kadar özlediğimi dillendirdim bize ait defterimizde. Sonra kendime yazdım, mutluluklarımı, hayal kırıklıklarımı, üzüntülerimi, kızgınlıklarımı … Annem gittikten sonra daha çok yazdım, bu sefer ona mıydı kendime mi bilmeden. Kalemimden dökülen kelimeler bizi anlattı. Zamanla azaldı kelimelerim, suskunlaştım. Düşünmeye başladım bu süreçte, daha çok okudum, daha çok öğrendim. Öğrendiklerimi paylaşmak iyi geldi bana, kalemi yine elime aldım. Bu sefer sana yazdım.
Daha on yaşındayken dergi editörü olmak isterdim. Şıkır şıkır topuklularımla, dizilerdeki gibi entrikalı, bol kahkahalı, gösterişli hayatı hayal ederdim. Ben büyürken dünya değişti. Dergiler yerine herkesin kendini ifade edebildiği bloglar türedi. Etiketler değişti.
Ben bu hayalimin peşinden gitmedim ama geleneksel yanım kaldı hep. Dijitale geçen dünyada ajanda tasarlamayı tercih ettim. Herkesin videolarla, podcastlerle kendini anlattığı dünyada yazıyorum hala.
Blog mu kaldı, ajanda mı kaldı diye sorabilirsin. Haklısın da.
Sana, bana, bize iyi geliyorsa evet kaldı. İşte buradayız, 90 günün sonunda. Ben hala bana iyi gelene zaman ayırıyorum ve yazıyorum.
- Sen de belirle önceliklerini, sevdiğin şeylere zaman ayır.
- Üretmekten korkma.
- Oku, öğrenmekten vazgeçme.
- Paylaş fikirlerini, utanma.
- Kendini zorla, kolaya kaçma.
Yazmaya devam etmek dileğiyle.