Geçen hafta bir şair ile tanıştım. Şairden fazlası aslında. Şair, kısa öykü yazarı, şarkı bestecisi, oyun yazarı, denemeci ve ressam…
“1913’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan ilk Avrupalı olmayan kişi” olarak kaynaklara geçen biri. Gandhi’ye büyük ruh “Mahatma” ismini yakıştıran. Einstein ile sohbetleri olan biri.
Benim kendisi ile tanışmama vesile olan ise siyasetçi kimliği ile tanıdığımız ama yine çok daha fazlası olan biri.
Bülent Ecevit.
“Henüz onaltı yaşında bir lise öğrencisiyken, bir gün anne ve babamı bir kitabı büyük bir dikkatle okurlarken gördüm ve kitabın konusunu sordum. Bana, bir Hint ozanının şiir demetinin Türkçe çevirisi olduğunu söylediler. Şiire olan ilgimi bildiklerinden benim de okumamı önerdiler. Kitap, Rabindranath Tagore’un “Bahçıvan” adlı eseriydi..
Bülent Ecevit
Tagore ile 16 yaşında tanıştıktan sonra Ecevit, Bengalce ve Sanskritçe öğrenimi sayesinde Tagore’nin Gitanjali (Nefesler) ve Avare Kuşlar eserlerini de dilimize kazandırdı.
Benim Tagore ile tanışmama bir çok yoldan vesile olan olaylar bunlar işte.
Tagore’yi okudukça, şiirlerden hint felsefesine, hint masallarına doğru bir yolculuğa çıkmış oldum, seni de bu yolculuğa davet ediyorum.
Antik bir hint masalında güçlü bir kral çıplak ayakları ile bastığı taşlar ayaklarını acıttığı için tüm krallığın deri ile kaplanmasını emretmiş. Herkes tabii efendim, emredin efendim, oldu bilin efendim derken dünyanın dört bir yanından deriler sipariş edilmeye, ustalar hazır beklemeye başlamış. Bu sırada sarayın maskarası ise kahkahalar ile gülüyormuş. Bunu gören kral, maskaraya “bana daha iyi bir seçenek göster, yoksa kelleni alırım” demiş.
Maskaranın cevabı kısa ve net olmuş.
“Efendim, küçük bir deri alıp ayağınızı kaplasanız.”
Tüm dünyayı deri ile kaplamaya ne gerek, sadece ayağını kaplarsan tüm dünyayı kaplarsın.
Dünyanın merkezinde sen varmış gibi gözükse de aslında böyle olmadığını görmek gerekli. Evet önemlisin, hem de çok. Ama senden ibaret değil hiç bir şey. Başka kişiler var, zamanlar var, binlerce yıldır dönen bir dünya var, asırlık ağaçlar, ölümsüz eserler, katrilyonlarca yıldız var ve bir de sen.
Hint felsefesinin 4 altın kuralı olarak adlandırılan ve çalışma masamda her gün görebileceğim bir yere astığım 4 basit cümleye kulak ver sen de. Üstüne düşün, hayal kırıklıklarını tek tek topla, çantana tecrübelere dönüştürerek koy. Yoluna devam et.
“Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir.“
Biri hayatına öyle ya da böyle bir şekilde girdiyse, seni incittiyse ya da seni mutlu ettiyse, her ne ise o kişinin sana öğrettiği bir şey vardır. Hayatımıza giren herkes bize ya bir şey katar, ya da gitmesi gereken bir şeyi alıp götürürken bize bir şeyler öğretir. Kimse sadece almaz. Bazen aldıkları bize daha fazlasını verir.
“Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır.”
Her şey benim başıma geliyor. Neden hep ben? Sıkılmadın mı bu cümleleri duymaktan, söylemekten? Başına gelen her şey dünya da bir çok kişinin daha başına geliyor. Sadece sen değilsin, emin ol. Sadece sen olsan bile, bil ki karşımıza çıkan her insan gibi yaşanan her olay da seni, bugün seni sen yapan şeyler. Seni güçlendiren, sana yol gösteren. Önemsiz görünen en küçük ayrıntı bile yaşanması gereken, seni ilerleten şeydir.
“İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır.“
Yanlış zaman, yanlış insan var mıdır? Her şey doğru zamanda doğru insanla başlar, o an öyle gelmese bile. Şu an olduğun kişi geçmişte doğru zamanda başladığın şeylerle kuruldu unutma.
“Bitmiş olan bir şey bitmiştir.”
Bir şey sona eriyorsa, bil ki zamanı gelmiştir. Gideni zincire vuramazsın. İzin ver çıksın hayatından ki sen de önüne bak. Hayatımıza giren herkes, yaşanmış her olay, başlamış ve sona ermiş her şeyi kabullen ki aldığın tecrübeler ile yoluna daha güçlü, daha sağlam devam et.
Üstüne düşün, hayal kırıklıklarını tek tek topla, çantana tecrübelere dönüştürerek koy bunları.